Bebekler dünyaya geldiklerinde kendilerini anneden (bakım vereninden) ayrı bir birey olarak görmezler. İlk aylarda anne, bebek için adeta kendi bedeninin ve güvenliğinin bir uzantısı gibidir. Bu nedenle bebek, annesiyle bir bütünmüş gibi yaşar. Zamanla gelişimsel süreçler ilerledikçe, bebek yavaş yavaş kendisinin ayrı bir birey olduğunu fark etmeye başlar. İlk yıllarda güvenli bağlanma ihtiyacı, ebeveynin yanında olma isteği ve fiziksel yakınlık bu nedenle çok yoğundur. Ancak yaklaşık 18–24 ay civarında çocuklar, yavaş yavaş ayrı bir birey olduklarını fark etmeye başlarlar. Bu farkındalık özerklik ihtiyacını beraberinde getirir. Literatürde sıkça “2 yaş sendromu” ya da “terrible two’s” olarak adlandırılan bu dönem, aslında bir kriz değil, gelişimsel bir fırsattır. Çocuğunuzun sık sık “hayır” demesi, kendi dilini yaratması, her şeyi kendi yapmak istemesi ve bağımsızlık arayışı, onun sağlıklı gelişim yolculuğunun önemli işaretleridir.
Bu dönemde çocukların bilişsel, motor ve planlama becerileri hızla gelişir. Artık sıralı yönergeleri takip edebilir, günlük yaşamın küçük görevlerini kendi başına yapmaya başlayabilirler. Örneğin, iki yaşındaki bir çocuk taburesini çekip lavaboda ellerini yıkayabilir, sabuna uzanabilir (ulaşabileceği uzaklıkta ise) ve ardından havluyla ellerini silebilir. Belki mükemmel olmayacaktır ama bu girişimler, onun “ben de yapabilirim” duygusunu pekiştirir. Tam da burada ebeveyn olarak sorulması gereken önemli sorular vardır: Çocuğunuza bu alanı tanıyor musunuz? Onun yerine düşünmek, onun adına çözmek yerine, kendi başına denemesi için cesaretlendiriyor musunuz?
Ebeveynlik, çocuğa rehberlik etmek kadar ona alan tanımayı da içerir. Alan tanımak, çocuğun kendi düşünsel becerilerini geliştirmesine, kendi benliğini keşfetmesine ve özgüvenini inşa etmesine fırsat vermek demektir. Çocukların bu becerileri geliştirmeleri, kendi başlarına çözüm üretme deneyimleriyle mümkün olur. Ancak çoğu zaman ebeveynler, çocuklarını zor durumda gördüklerinde hemen devreye girer ve çözümü onlar adına üretme eğilimde olurlar. Örneğin, parkta kaydıraktan kaymak için sırasını bekleyemediği için ağlayan bir çocuğunuz olduğunda “Arkadaşı biraz kenara çekilsin, şimdi onun sırası.” Gibi bir cümle ile kendinizi onun yerine konuşurken ya da çözüm bulurken bulabilirsiniz. Oysa bu noktada çocuğun duygusunu fark etmek ve yansıtmak (“Evet, beklemek senin için gerçekten zor”) ve ardından kendi çözümünü bulması için yanında kalmak çok daha kıymetlidir.
Bu tür deneyimler, çocuğun sosyal ortamlarda problem çözme becerisini güçlendirdiği ve kendi yetkinliğini fark ettiği anlardır. Bunu bir kas gibi düşünebiliriz: çocuk her küçük stresle başa çıktığında, problem çözme ve esneklikle ilgili beyin bölgesi — prefrontal korteks — adım adım gelişir. Prefrontal korteks; planlama, problem çözme ve duyguları düzenlemede kritik bir rol oynar ve gelişimi 20’li yaşların sonuna kadar devam eder. Yani bugün çocuğunuza tanıdığınız küçük deneme alanları, gelecekte stresle başa çıkabilme kapasitesinin temellerini atar. Araştırmalar, çocukların tolere edebilecekleri ölçüde stresle karşılaşmalarının psikolojik sağlamlıklarını (resilience) artırdığını göstermektedir (Masten, 2001). Psikolojik sağlamlık; çocuğun zorluklar karşısında esneklik gösterebilme, uyum sağlayabilme ve toparlanabilme kapasitesini ifade eder. Bu nedenle çocukların yaşam boyu karşılaşacakları sosyal ve duygusal güçlüklerle baş edebilmeleri için, küçük streslerle tanışmaları ve bunları aşmayı öğrenmeleri gerekir. Ebeveynin görevi tüm engelleri ortadan kaldırmak değil, çocuğun tolere edebileceği düzeyde zorluklarla karşılaşmasına izin vermek ve gerektiğinde yanında güven verici bir figür olarak bulunmaktır. Bu noktada Sarah Ockwell-Smith’in de kitaplarında sıkça vurguladığı “gentle push” yani “nazikçe itme” yaklaşımı önemlidir. Bu yaklaşım, ebeveynin çocuğun yanında güvenli bir üs olarak durması, duygularını anlaması ancak çözümü onun adına üretmek yerine düşünmesine fırsat tanımasıdır. Çocuğun kendi çabalarıyla bir problemi çözmesi zaman alabilir, sabır gerektirebilir ve bazen deneme-yanılmalarla ilerleyebilir; fakat her denemesi onun “yapabilirim” duygusunu güçlendirir, öz yeterlik algısını pekiştirir. İşte bu yüzden çocuklara güvenmek ve “Buna senin de gücün var, ben yanındayım” diyebilmek çok değerlidir; çünkü aslında düşündüğümüzden çok daha yetkindirler ve gerçekten yardıma ihtiyaç duyduklarında, eğer siz onlar için güvenli bir yetişkinseniz, zaten gelip destek isteyeceklerdir.
Ebeveyn olarak çocuğumuzu her zorluktan korumak isteriz; bu en doğal içgüdümüzdür. Fakat onun yerine her sorunu biz çözdüğümüzde, gelecekte karşılaşacağı güçlüklerle baş etmesi zorlaşabilir. Hayatın içinde bazen okulda, bazen arkadaş ilişkilerinde, bazen de büyüdüğünde kendi yolunda farklı engellerle karşılaşacaktır. İşte bu yüzden bugün ona küçük adımlarla deneme fırsatı vermek, yarın daha bağımsız, güçlü ve kendi çözümlerini üretebilen bir birey olmasının temelini atar. Bu süreçte ebeveynin yapabileceği en değerli şey; sabırlı olmak, çocuğunun duygularını anlamak ve yanında güvenli bir üs olarak dururken, çözümü onun yerine üretmektense düşünmesi için alan tanımaktır. Böylece çocuğun hem özgüveni hem de dayanıklılığı gelişir. Unutmayın, küçük denemeler büyük becerilerin en sağlam temelidir.
Kaynakça:
- “Emzirmeye Güvenle Veda” Atölyesi, Psk. Melis Çetinkaya, NYX Danışmanlık
- Masten, A. S. (2001). Ordinary magic: Resilience processes in development. American Psychologist, 56(3), 227–238. https://doi.org/10.1037/0003-066X.56.3.227